Deprem de ‘Tanrının bir lütfu’ oldu – Şükrü GEDİK


Merkez üssü Elazığ-Sivrice olan 6.8 şiddetinde meydana gelen depremin yol açtığı yıkım, can kaybı ve yaralanmalar bir tarafa bırakılarak deprem üzerinden pirim yapan zihniyetin ön plana çıkması, deprem kadar acı veren bir durumdur. Deprem bir kader değil, faşist AKP şefinin dediği gibi ‘takdir-i ilahi’ de değildir. Bir doğa olayını ne zaman meydana geleceğini önceden kestirmek elbette pek mümkün değildir. Ama tedbirleri almak ve can kaybını önlemek mümkündür. İnsana değer verilmiş olsaydı, rantçı düşünceyle imara yol açılmasaydı, malzemeden çalınmasaydı, bu acılar da yaşanmayacaktı. Depremin sonuçlarını Allah’a havale etmek yerine, bilimsel akla başvurulsaydı ve önceden tedbir alınsaydı deprem can almayacaktı.

Depremin ilk saatlerinde Kızılay kurumunun başındaki zat hemen yardım çağrısında bulunarak vatandaşlara bağış yapabileceği adresleri paylaşıyor. ‘Para toplamak için deprem iyi bir fırsattır’ dedirten bir mantık yardım kurumunun başında yer alıyor. Elazığ Valisi denilen aşağılık herif ise kendisi gibi aşağılık olan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun kulağına eğilerek ‘kamuoyunda çok iyi bir algı var’ diyerek depremin nasıl bir algıya dönüştürüldüğünü, açık kalan mikrofonun azizliği sayesinde öğrenmiş oluyoruz. Deprem yaşanan ilin valisini ilgilendiren konu deprem değildir, sadece algıdır. Bunu dinleyen de içişleri bakanıdır. Aynı bakan, depreme dair sosyal medya paylaşımlarını işaret ederek, tehdit ediyor ve savcılar hemen harekete geçiyor. Korku o kadar büyük ki hemen her şeyi kontrolde tutmanın canhıraş çabası içindedirler.

Baro Başkanı denilen yalakacı şahsiyet M. Feyzioğlu ise depremdeki kurtarma çalışmalarını yere göye sığdıramadı. Yardım alamamış deprem zadelerin feryatları yankılanırken, aç ve susuz bir şekilde gecenin dondurucu soğuk havasında sabahlayanların çığlıklarını duymayan bir ‘hukukçu’ yalan söylemekten utanç duymuyor. HDP’nin gönderdiği yardımları Elazığ’a sokmayarak, kendisinden olmayanlara yardım vermeyerek, depremin sonuçlarını siyasileştiren bu iktidarın çevre ve şehircilik bakanı Kurum da ‘depremin siyasileştirilmemesi’ gerektiğini salık veriyor. Yalan söylemekte bu kadar mahir ve bu kadar pişkin bir iktidardan başka bir şey beklemek bizim için hayal kırıklığı olurdu.

Sözde 15 Temmuz darbe girişimini ‘tanrının bir lütfu’ olarak gören Erdoğan, Elazığ depremini de ‘tanrının bir lütfu’ olarak görmesi son derece doğaldır. Depremi dualarla izah ettikten sonra, hemen TOKİ’yi işaret ederek ‘süratle işe koyulacaklarını’ belirterek, betondan kâr elde etmeyi dışa vurmuş oldu. Toplum o kadar çok kutuplaştırılmış ki internet arama motorunda en çok aranan konu, Elazığ ve Sivrice’nin Kürt olup olmadığıdır. Düşmanlığın bu denlisine de ‘pes doğrusu’ dedirtecek cinsten olması da ancak insanlıktan nasibini almamış dinci, faşist Türk milliyetçiliğine has bir durumdur. AKP-MHP faşist zihniyeti Türkiye’yi getirdikleri bu yozlaşma ve yobazlaşma ile ne kadar övünseler azdır.

Bir doğa afetini ekonomik ranta, siyasi çıkara, Kürt düşmanlığına çeviren faşist iktidar, depremin acıları ile ilgileneceğine ve zarar görenlerin yaralarını saracağına fırsata çevirmenin peşine düşmüştür. Tıpkı diğer depremlerde görüldüğü gibi değil hatta daha da kötü bir pratik sergilemiştir. Van depremi sürecinde, Kürtlerin ölümüne ‘iyi olmuş’ diyecek kadar kendisinden geçmiş densiz birinin paylaşımına ses çıkarmayan iktidar, ‘deprem vergilerimiz nerede’ diye soranlara soruşturma açılıyor. Depremleri fırsata çevirme yeni değildir, geçmişte de yaşanmıştır. Deprem vergisi adı altında alınan paraların akıbeti bilinmemektedir. Kendi parasının akıbetini soranlar suçlu duruma düşürülüyor. Hırsızlara emanet edilen paraların adresi beli değildir. Dönemin maliye bakanı Mehmet Şimşek, deprem vergilerinin ‘demir yollarına harcandığını’ ifade etmişti. Ne kadar para toplandığını ve ne kadar harcandığı belirsizliğini korumaktadır.

Deprem üzerinden bu denli düşmanlık üreten tek ülke belki de Türkiye’dir. İnsanların acılarını ranta ve siyasi çıkara, algı operasyonuna dönüştüren yöneticiler ve siyasetçiler de ancak Türkiye’deki AKP-MHP faşist iktidarına mahsustur. Bu deprem şu gerçeği bir kez daha bize göstermiştir ki, faşist AKP-MHP iktidarının gücü yetse bir kaşık suda Kürtleri boğacaktır. Depremden Kürt düşmanlığı yapacak kadar alçak duruma düşmüşlerdir.

Kürt halkı kendi yaralarını kendileri sarmalıdır. Yüksek bir duyarlılık içinde olmalıdır. İhtiyaç duyulan her konuda büyük bir dayanışma sergilemelidir. Devletin bütün engellemelerine rağmen insani yardımlaşmayı bir görev bilmelidir. Depremde yaşamını yitirenlere rahmet, yakınlarına sabır, yaralılara acil şifalar diliyoruz.

Yorumlar