Türkiye bir depremden ders alınıp alınmadığının
anlaşılması için bir başka depremi bekleyen garip bir ülke! Depreme
karşı ne gibi önlemler alındığı sorusunun cevabı devlet sırrı! Sadece
yeryüzünün sarsılmadığı, artan yoksulluk, adaletsizlik, yozlaşma,
kamplaşma ekseninde toplumsal fay hatlarının hareket halinde olduğu
faşizmin kurumsallaştığı bir ülke! Nitekim 1999 depremlerinden 2011 Van
depremlerine ve oradan Elazığ depremine kadar geçen sürede yaşanan
sayısız doğasal, toplumsal, siyasal depremin yaşanması bu gerçeğin
çıplak ifadesi maalesef. İnsanlar bu depremlerin yıkıcı etkilerini
yaşadılar, yaşamaya devam ediyorlar. Binlerce insan hayatını kaybetti,
binlercesi yaralandı, ülke ekonomisi ağır darbe aldı. Açıkçası yaşanan
depremler toplumsal psikolojiyi derinden etkilemekle kalmadı derin
yıkıcılığı ile de iz bıraktı.
Bu bakımdan haftanın kritik sorusu, depremlerden gerekli
dersin alınıp alınmadığıdır. Depremler kader midir? Türkiye bir deprem
ülkesiyken, topraklarının ve nüfusunun büyük bir bölümü deprem tehlikesi
altındayken, Anadolu coğrafyasında 1900’lü yılların başından günümüze
otuza yakın büyük ölçekli deprem ve sayısız siyasal toplumsal deprem
meydana gelmiş, yüzbinlerce insan hayatını kaybetmişken! Ülke
topraklarının yüzde 66’sı 1. ve 2. derecede deprem bölgesinde yer
almakta, nüfusu bir milyonun üzerindeki 11 büyük kent, ülke nüfusunun
ise yüzde 70’i ve büyük sanayi tesislerinin yüzde 75’i deprem tehlikesi
altında bulunmaktayken ‘depremler kaderdir’ deyip geçmek mümkün müdür?
Bir doğa olayı olarak depremin önüne geçebilmek elbette
mümkün değildir. Fakat esas mevzu doğa olaylarının doğal afete
dönüşmesinin önüne geçebilen, depreme uygun yapı üretebilen, depremi
tehlike olmaktan çıkartarak, toplumsal depremlerin önüne geçebilen,
halkının çıkarlarını önceleyen bir siyasal iktidar mekanizmasının
yaratılamamasıdır. Kendi varlığını her türlü siyasal toplumsal depremi
bizzat yaratarak mümkün kılan bir siyasal iktidardan bahs ediyoruz
nihayetinde. Anlaşılan o ki siyasi erk, Türkiye’nin bir deprem ülkesi
olduğunu unutmakta, deprem önlemlerinin başında işlevsel, uygulanabilir
bir denetim mekanizması geldiği gerçeğini yok saymaktadır. İnsanları
kaderleriyle baş başa bırakan siyasi iktidar, kentsel dönüşüm
projelerini tek çözüm yolu olarak almış, deprem tehlikesi vesilesiyle
rant odaklı projeleri meşrulaştırmış, halk odaklı siyaset yapmayı
unutmuştur. Toplumsal hayatı, insani ihtiyaçların karşılanmasını, temel
hak ve özgürlükleri ise gündemine almamıştır!
Örneğin Van depremi sonrası yakınlarını kaybetmenin yanı
sıra ağır yaşam koşullarıyla mücadele etmek durumunda kalan Van halkının
açlık grevi başlatmasına ve kentten göç etme dışında çare bulamamasına
tanıklık ettik. 1999 Marmara depremlerinde olduğu kadar Van
depremlerinde yaşananların bile toplumu ortak bir paydada
buluşturmadığını gördük. Öyle ki birbirinin acısına sevinen bir
toplumsal yarılmaya şahitlik ettik. Öyle ki ne depremlerin yıkıcı etkisi
önlenebildi ne de depremler sonrası yaşanan afete müdahale ve krizi
yönetme noktasında doğru adımlar atılabildi. Yetmezmiş gibi Van
depremlerinin mağdurları sahte projelerle kamuoyunda popülizme malzeme
edildi. Depremler elbette önlenemez bir gerçek ama depremin yıkıcı ve
öldürücü sonuçlarını önlemek mümkündür. Ülkenin kaynaklarını ranta
kurban etmeseler, savaşı yüceltip milyarlarca lirayı ölüme yatırmasalar
bu iktidar da, öncekiler de bunu başarabilirdi. Bu bakımdan
plansızlığın, öngörüsüzlüğün, bilimsel verileri göz ardı etmenin en
somut örneği olan depremleri bir doğal afet olarak değerlendirmek ve
vatandaşlara böyle açıklamak en hafif ifadeyle cehalettir, göz yumulan
katilliktir!
Bu ülkenin duyarlı insanları olarak; bölgemizin ihtiyacını
duyduğu barış için, emperyalizme ve politikalarına karşı net bir tutum
almak için, barış içinde yaşadığımız bu topraklarda şiddetin, nefretin
ve düşmanlığın tohumlarını ekenleri başarısızlığa uğratmak için; Irkçı
ve milliyetçi anlayışın beslediği linç kültürüne karşı bir arada
kardeşçe ve barış içinde yaşamanın koşullarını oluşturabilmek için,
doğal afetleri felakete çeviren siyasal iktidarların önüne geçmek için
mücadele etmek zorunludur. Elbette tam da bu gerçekler; siyasi iktidara
mesaj, kamuoyuna uyarı, bizlere ise ahlaki ve vicdani bir sorumluluk
yüklemektedir!
Yorumlar
Yorum Gönder