Evet sevgili çağdaşlarım, tabii ki nasılsınız, iyi misiniz
diye sormayacağım. İyi değilsiniz, iyi olmamalısınız da. İsteseniz de
iyi olamazsınız. Çünkü çağ kötü. Bu yüzden sorularım biraz başka olacak.
Hala kayıp mı Hürmüz Diril ve Şimuni Diril? Hala kayıp mı Gülistan
Doku?
“Gülen, sohbet eden binlerce insanın içinde ben,
kendi içimdeki o kayıp insanı arıyorum.”
Tarsus Cezaevinde 62 yaşındaki kalbi duran Mehmet Gök ve Metris Cezaevinde hastalıktan ölen Ali Haydar gömüldü mü?
“İnsanı kalbinden tutamadınız mı,
görün nasıl kayıp gidecek elinizden.”
Elazığ’da enkaz altında kalan Azize, yanında enkaz altında kalan Kürt teyzeye “Xaltî” demeyi öğrendi mi?
“Sesime sağır olan her şeyden ve herkesten vazgeçmeyi öğrendim. Çünkü ölüm çok yakın.”
Bunca şeyi sadece birkaç günde yaşadık. Birkaç gün! Varın ömürlerimize neler sığdırdığımızı siz düşünün.
Şimdi sevgili çağdaşlar; dumura uğratılan beyinlerimizi kamçılayıp biraz gerçeklere bakalım:
1. Türkiye’de binlerce kayıp insan var ama bu gerçek, bir futbol maçı kadar bile gündem yapılmıyor.
2. Deprem hazırlıkları araştırma önergesi MHP ve AKP’nin
oylarıyla reddediliyor ve 1999 yılından beri toplanan 66 milyar 143
milyon lira deprem vergisi kayıp ama devlet göçük altında kalan
vatandaştan hala vergi alıyor ve kimse sesini çıkarmıyor.
3. Türkiye cezaevlerinde 457’si ağır olmak üzere 1333
hasta tutsak var ve her yıl cezaevlerinden onlarca tabut çıkıyor ama bu
ölüler, ötekinin ölüsü olduğu için patatese gelen zam kadar
konuşulmuyor. Çünkü ölüler konuşmaz, gerçekler ise haykırır! Ve nereye
gidersen git, peşinden gelir.
Uzun zamandır çağdaşlarımla haykıran müzikler dinliyoruz.
Biz ki mistik toprakların çocuklarıydık ve yüksek sesle konuşanları bile
ayıplardık. Dinlediğimiz ninniler asude, mırıldandığımız türküler ise
içli, dokunaklı ve sebat-ı telkin ederlerdi. Şimdilerde haykıran ve
insan zihnini çıplak gerçeklerle çıldırtan müzikler dinliyoruz.
Bizim ontolojimizi katlettiler, varoluşumuzun canına
okudular. Biz ki yosun tutmuş duvarların kenarında oturup papatya
yaprakları sayıp sevilmeyi umut ederdik. Nefret ettirdiler. Herşeyden
nefret eden çocuklar olduk. Haykıramamak, bizi haykırış dinlemeye mi
itiyor bilemiyorum ama haykırışların bütün sessizliklere isyan olduğunu
çok iyi biliyorum. “İnsanlar ölü… Bu topraklara gömülü en az senin kadar
benim kadar ölü” insan böyle haykıran bir şarkıyı niye dinlemeyi tercih
eder ki? Zaten bildiğin bir şeyin kulağına haykırılmasını niye
isteyebilir ki? Eğer bir gün bu soruların cevabını vermeye cesaret
edersek belki farklı bir boyuta taşınır ruhlarımız…
Cemile vurulduğundan beri, biz kendimiz değiliz. Taybet
ana kanlar içinde sere serpe sokakta uzandığından beri, biz ölüyüz.
Efrîn’de 6 yaşındaki çocuk tonluk kazanla vurulduğundan beri, yara bere
içinde hafızamız. Bodrumlarda yakılanların ağıdını dinlediğimizden beri
kanıyoruz. Şengal’den beri, Kobanê’den beri, beri beri… Ne çok beri
yaşattılar bize bu birkaç yılda? Bazen diyorum bunca şeye tanık olup
delirmiyorsak, vardır aklımızın bir bildiği… Kalbimiz acıdan çatlamıyor
ve ölmüyorsak yaşamla vardır bir hesabımız. Olması gerekeni unutturmak
için olmaması gereken ne kadar çok şey varsa yaşattılar.
Yeşil otun üstüne sıcak çay döktüğümüz için annemiz bizi
cezalandırıp insanlığımızı sorgulardı ve şimdi yarım asır bile olmayan
ömrümüzde kaç Enfal, kaç Halepçe, kaç Cizre, kaç Serêkaniyê, kaç Geliyê
Tiyarê gördüğümüzü hesaplayamıyoruz bile. Ömrümüz kimyasal yağmurları
altında talan edildi. Neye inansak yalan edildi. Biz ceberrut sistemin
faşizanlığına tanık olan çocuklar asla normal insanlar olamayacağız,
kahkahamızda bile hüzün bağdaş kurmuş olacak. Ey hayat bizim içimizde
nasıl bir intikam birikti biliyor musun? Korkuyorum kendimden ve
çağdaşlarımdan… Bize yaşatılanları yaşatma arzusunun bir gün boy
vereceğinden.
Gördüklerimizi bir gün gösterme ediminden, duyduklarımızı başkalarına duyurma isteminin sağır ediciliğinden korkuyorum.
Artık istesek bile adalet isterken adil olamayacağız.
Çünkü can yakan anılarımız, adil olmaktan daha baskın olacak. Belki de
böyle olması gerekecek. Ah bazen bazı uyumlar bile korkunçtur. Bazen
bazı kaoslarda bile huzur vardır. Sabit ve statik değildir hayat…
Herşeyin bir karşılığı elbet olacak…
Yorumlar
Yorum Gönder