Patika yokuşa evrildi. Başı öne eğik bir şekilde
gözlerinin ucuyla geride bıraktığı yola baktı. ‘Bu kadar yolu ben mi
katettim’ diye kendisine sordu. Gülümsedi. Gerilla yaşamında bir tek
ayrılıklara ve yokuşlara alışamamıştı. Lakin her ikisi de her zaman
başucundaydı. Her ikisine karşı dayanma gücünü ise yaşama anlam katarak,
umuda sahip çıkarak ve hedeflerine kilitlenerek sağlıyordu. Hedefi
yokuşun sonunda görünen söğüt ağacı oldu bu sefer. Başını kaldırmadan
ona doğru yürümeye başladı. Nefes nefese…
Toprağın asaletini, havanın ferah servetini, suyun
damlasına sürülen umudun direncini kuşanan söğüt ağacına doğru yol aldı.
Ağacın yanına vardığında gövdesine dokundu. Ve ağacın yaşam ile olan
bağını düşündü. Dört mevsim hayat ile bağını toprağa saldığı kök, yerin
yüzüne sürdüğü güzellik, göğün yüzünden damıttığı yağmur damlaları ile
sağlayan ve fotosentezlediği hava ile nefes olan ağacın direnci tüm
hücrelerini sardı adeta…
Kainatın statik ve sonsuz olmadığını okumuştu bir yerde.
Kinetik yani hareketli olduğunu, inanılmaz dengeler ve ince hesaplar
üzerine kurulu olduğunu da. Olgular ve parçalar üzerinden yaşamı mekanik
bir şekilde tanımlayan Newton fiziğinin yerine yaşamı dalga ve parçacık
bütünselliğinde canlılığı ve belirsizliği ile birlikte tanımlayan
Kuantum fiziğinin ikame ettiğini de öğrenmişti. Hareket halinde olan
evrende sayısız galaksi vardı. Ve bunların hepsinin hareketleri de
birbirine bağlı olduğu gibi birbirini etkiliyordu. Dünyanın da içinde
olduğu güneş sistemi inanılmaz bir denge içindeydi. Ve bu denge güneşin
derinliklerinden dünyanın magma tabakasına kadar her noktada açığa
çıkıyordu. Güneşin merkezinin 20 milyon santigratta yaklaşan yönüne
karşı dış yüzeyinin 5800 C olduğunun kanıtlandığı ve bu özelliğinden
dolayı ışığın dalga boylarının yüzde 80’inin 4500 A- 7500 A arasında
olduğu bu dalga boylarındaki ışığın yaşamın ve canlılığın kaynağı olduğu
da…
Işığın dalga boylarında yeşeriyordu yaşam… Biyoloji de
hücre-doku-organ ve sistem bütünselliğinde anlamlandırılıyordu…
Etimoloji de yaşam tözü ya da yaşam ilkesi olan canlılık ile ifadeye
kavuşturuluyor ve Farsça’da yaşam anlamına gelen can, Soğdca’da jiwan,
Avesta’ta jiwa, İngilizce’de quick, Latince’de vigere, Kürtçe’de jiyan
ile ifade ediliyordu…
Ruh, hayat, diride olan kudret başta olmak üzere
pek çok ifadeyi karşılıyordu. Varlığını doğa ile bütünsellik içinde
sürdürmeyi başaran Alevi sosyolojisinde can, Yaresanlık’ta yar ile
sürdürmesi de tesadüf olmasa gerek… İnsanın gönül kabesinin yine insan
olduğunu söyleyen Alevilikte Pir Sultan Abdal’ın ‘Gelin canlar bir
olalım’ sözü ile hem bütünselliğe hem de yaşamın kutsallığına atfen
ifade edilmesi ya da…
Akademik çevrelerde araştırma belgelerinin, analiz
taslaklarının, entelektüellerin başucu kitaplarının, siyaset yapanların
araştırmalarına kaynaklık eden referansların hepsinde de yaşama dair
mutlaka vardı bir tanım bir iz. Çoğunluğu pozitivizm (olguculuk) ya da
fonksiyanalizm (işlevselcilik) ile tanımlamaya çalışıyordu ama. Varlığı
bir makinaya benzetiyor ya da olgu üzerinden görünen ile izah ediyordu.
Burada mekanik bir paradigma, bir zihniyet ve kültür şekillenmesi vardır
çünkü.
Doğal bir afet olan depremin ardından sosyal medyada
yapılan yorumlar, en yakınları tarafından katledilen kadınların
çığlıkları, bedenimiz üzerinden politika yapan siyasetçilerin yaşamımızı
ipotek altına alan söylevleri, coğrafyamızı yakıp yıkan savaşın
yarattığı travmalar, kaçırılan kadınlar, elinde hançerle kafa kesen bir
‘milli ordu’, doğanın katli, çevre kirliliği, nüfus patlaması, corondo
hastalığı vb… Bir kırım hali yaşanıyor. Toplum, yaşam ve kadın kırımı…
Hastalığı ilaç pazarlamak, savaşı silah satmak için üreten, bedeni
araçsallaştırıp kozmetik sanayiine ipotekleyen tüccar bir zihniyet ve
sisteminden bahsediyoruz. Sanal bir yaşamı tek gerçek olarak sunan ve
oradan dünyayı yöneten bir zihniyet aynı zamanda. Bu dönemi Eduardo
Galeano, ‘Bu günlerin talihsizliği delilerin körleri yönetmesidir’
cümlesi ile özetliyor aslında.
Işığın dalga boyunda yeşeren yaşamın katledildiği bir
çağda bu ışığa sahip çıkan özgürlük öğretisine tutunmaktan başka çare
yok. Çünkü özgürlük savaşçısı anlam ve hissin bütünselliğinde bakar
kainata. Adorno’nun, ‘yanlış yaşam doğru yaşanmaz’ sözünü şiar edinir.
Ve ‘Kötü ve çirkin yaşam yolunda iyi ve güzel yaşanmaz’ diyen Rêber
Abdullah Öcalan’ın öğretisine tutunur. Yaşama hükmetme yerine anlamayı
esas alır. Anlama arayışı doğanın bütünselliği ile içiçe gelişir.
Yüklendiği mananın derinliğinde yola, yaşam yoluna hak ile can ile revan
olmayı esas alır. Paradigması demokratik, ekolojik ve kadın özgürlüğüne
dayalı bir yaşama kayıtlıdır zira.
Yorumlar
Yorum Gönder