24 Ocak günü akşam saatlerinde Elazığ, Malatya ve
Amed’de etkisini gösteren bir deprem yaşandı. hala enkazların altında
ulaşılamayan insanlar olmakla birlikte resmi açıklamalara göre şuana
kadar 41 insanın yaşamını kaybettiği bu depremde 1607 kişi yaralandı.
Konunun uzmanlarına göre, şiddeti 6.8 olarak belirlenen bu depremde ölüm
ve yaralanmalara, binaların depreme dayanaklı olmaması ve bilinmesine
rağmen önceden tedbirlerin alınmamış olması neden olmuştur.
Bu yönleriyle Elazığ-Malatya ve Amed’de etkisini gösteren
deprem, daha önceki depremler sonrasında olduğu gibi tartışma konusu
olmuştur. Hala devam bu tartışmalar devam etmektedir. Ancak bu
tartışmalara daha farklı boyutlar da eklenmiştir. Bunlar arasında ise,
deprem sonrasında yardımların dağıtımında yapılan ayrımcılık, HDP’li
Ergani Belediyesinin ve HDP örgütlerinin gönderdiği yardım kamyonlarının
deprem bölgelerine sokulmayarak geri çevrilmesi ile ırkçı, faşist
yaklaşımlar en dikkat çekici olanlar arasında yerini almıştır.
Ancak bu tartışmalar, AKP-MHP faşist diktatörlüğünün İç
İşleri Bakanı Süleyman Soylu tarafından önüne geçilerek, engellenmek
istenilmektedir. İnternet sayfalarına ve ajans bültenlerine düşen bu
haberlere getirilen engellerde bunlar arasında yer almaktadır. Özellikle
de, HDP’li Ergani Belediyesini gönderdiği yardım kamyonlarının AKP-MHP
faşist diktatörlüğünün devlet görevlileri tarafından geri çevrilmiş
olması, yardımların AKP ve MHP’ye yakın olanlara dağıtılması ile
Türkiye’deki Irkçı, faşist çevreler tarafından depreme dair yapılmış
olan açıklamalara karşı yürütülen tartışmalara getirilen engellemeler
bunların başında gelmektedir.
Irkçı, faşist kişi ve çevreler dondurucu kış sağunun
yaşandığı koşullarda yaşanan depremin neden olduğu can kayıpları,
yaralanmalar ve yıkımlarla değil, tabiatları gereği, deprem bölgelerinde
yaşayanların kimlikleri ile ilgilenmemektedirler. Yazmış oldukları
mesajlar bunlarla doludur. Onlar için; o yerleşim merkezlerin de
yaşayanların insan olup, olmadığı değil, kimlikleri önemlidir. Eğer
ölenler Kürt ise, bu ölümleri kendi menfaatlerine görmektedirler. Onlara
göre, böylece Kürtlerin sayıları biraz daha eksilmiş olacaktır. Bu
anlamda tamda Malthuscu bir yaklaşıma göre hareket etmişlerdir.
İçerisinde valilerinin, kaymakamların da olduğu AKP-MHP devlet
görevlileri de, HDP ile birlikte diğer devrimci, demokrat, özgürlükçü,
duyarlı vb. çevrelerin depremden zarar görenlere sunmuş olduğu desteği
engelleyerek, ırkçı, faşist güruhun tamamlayıcısı olmuşlardır.
2011 yılının Kasım ayında Van’da yaşanan depremde de
benzeri ırkçı, faşist yaklaşımlara tanık olunmuştu. O zaman da şiddeti
5.6 olarak belirlenen depremde, yaşamını kaybeden 40 ve en kazların
altından yaralı olarak kurtulan 30 kişinin Kürt kimliği öne
çıkarılmıştı. Hatta Van’da gerçekleşen bu depremi Kürtlerin için
müstahak olarak gören ve bunu çok açık bir şekilde dile getirilen
AKP’liler bile olmuştu.
Tabii, Türkiye’de çok açık bir şekilde Kürt düşmanlığının
kendini dışa vurma gerçekliği, bunun ne kadar tehlikeli ve engellenemez
bir boyuta vardırıldığını göstermektedir. Depremin neden olduğu bir
yıkımın ve yaşanan facia karşısında adeta sevinç çığlıkları atanlar
çıkabiliyorsa, sunulan desten ve yardımlar engelleniyorsa bunu daha
farklı görmenin, değerlendirmenin olanağı bulunmamaktadır.
Türkiye’deki AKP-MHP faşist diktatörlüğünün yarattığı
güruhun; Elazığ, Malatya ve Amed’i etkileyen depremin ardından içerisine
girdikleri tutum da bunun en açık bir göstergesidir. Elbette Türkiye ve
Kürdistanlı sosyalist, devrimci, demokrat ve özgürlükçü güçler AKP-MHP
faşist diktatörlüğünün Kürt düşmanlığının vardığı boyutu bilmektedir.
Ki, sorun da bu noktada yaşanmamaktadır. Çünkü bu kesimler gerek deprem
gerekse de bu faşist güruh karşısında gereken tepkilerini her koşul
altında göstermekten geri kalmamaktadır. Asıl sorun böyle bir gerçekliğe
rağmen, halkın tükürükleriyle boğması gereken; Süleyman Soylu, R.T.
Erdoğan vb. gibi tescilli faşistlerin, Kürt düşmanlarının hala halkın
önünde konuşabiliyor ve deprem bölgelerine gidebiliyor olmalarıdır.
AKP-MHP faşist diktatörlüğünün Elazığ, Malatya ve Amed’i
etkileyen deprem karşısında kendini çok bariz bir şekilde açığa vuran bu
gerçekliği, aynı zamanda Türkiye’deki Kürt düşmanlığının vardırıldığı
düzeyin ve yaşanacak olan olası tehlikelerin de bir göstergesidir. Bu
tehlike bugünle birlikte ortaya çıkmamıştır. Kökleri öncesine
dayanmaktadır. Daha yalın bir anlatımla “bardağı taşıran son damladır.”
Daha önce de Kürt düşmanları Türkiye’de Kürtçe konuştukları, Kürtçe
Türkü söyledikleri için Kürtleri linç saldırılarıyla katletmişlerdi.
İşkencelerden geçirilerek, sözde mahkemeler tarafından zindanlara alınan
Kürtler olmuştu. Yine Kürtlerin kimlikleri nedeniyle evleri, işyerleri
yakılmıştı. Kürt düşmanlarının saldırıları bunlarla da sınırlı
kalmamıştı. Kürdistan’ı Kürtsüzleştirmek için soykırımlar, sürgünler,
mecburi iskanlar yapmışlardı. Gelinen aşamada da tüm bunlar en uç
noktalara vardırmışlardır. Daha önce Van’da olduğu gibi, en son Elazığ,
Malatya ve Amed’de etkisini gösteren depremin ardında sergilen Kürt
düşmanlığı da bunun en somut bir göstergesidir.
Yorumlar
Yorum Gönder