‘’Türk devleti, Şengal’e yönelik saldırılarını
ajanların desteğiyle yapıyor. Şimdiye kadar havadan yapılan bütün
saldırılar, ajanların verdiği bilgilerle olmuştur. Şengal’de MİT ile
çalışanlar var. Beş kuruş para için kendisini Türk devletine satan ve
halkının kanına giren düşkün, alçak tiplerdir bunlar. Benzer tipler,
Medya Savunma Alanları’na dönük de çalışıyor. Başûr’daki istihbarat
örgütlerinin bazı bireyleri MİT ile çalışıyor. Gerillaları şehit
düşürüyor, karşılığında para alıp zıkkımlanıyorlar.’’
KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat, Türk devletinin
Efrîn ile sonrasında Serêkaniyê ve Girê Spî işgallerinin, ABD ve Rusya
ile Avrupa’nın desteği, onayı ve sessizliğiyle başlayıp devam ettiğini
belirterek, buralardaki direnişin de büyüyerek devam etmesini
beklediklerini söyledi. Bölge halkının alacağı en doğru pozisyonun, öz
gücüne dayanarak kendisini örgütlemesi ve savunması olduğunu kaydeden
Eşbaşkan Hozat, çünkü hegemonik güçler ile statükocu bölge
devletlerinin, halkların iradesini ve özgürlüğünü tanımadığını
vurguladı.
AKP-MHP faşist iktidarının Libya’ya çete göndermesinin de
ABD, Rusya ve Avrupa’nın onayıyla olduğunu söyleyen Hozat, bu güçlerin
bilgisi ve onayı yokmuş gibi ele almanın doğru olmadığını, Suriye’de
zapt edemedikleri çeteleri Libya’ya gönderdiklerini belirtti. Hozat,
AKP-MHP iktidarının, Libya politikasıyla tükenmişliğini gizleme çabasına
işaret ederek, ancak bu politikanın ölü doğuma mahkumiyetinin altını
çizdi.
Türkiye’nin büyük bir çete ordusu kurduğuna dikkat çeken
KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat, Kuzey-Doğu Suriye’de kurulan
Kürt-Arap ittifakının, Suriye’nin dağılmasını önlediğini, birliğini
sağladığını hatırlatarak, DAİŞ ve Türk işgaline karşı Kürt ve Arap
gençlerinin birlikte büyük bir mücadele yürüterek önemli sonuçlar
aldığını kaydetti. Şengal ve Başûr’da MİT ile çalışan ajanların olduğunu
ve saldırıların bunların desteğiyle yapıldığını belirterek, ‘’Şengal ve
Başûr’daki halkımız bu düşkün, alçak ve ahlaksız tipleri kendi içinde
açığa çıkarmalı ve cezalandırmalıdır. Cezalandırmaya gücü yetmiyorsa
YBŞ’ye, Şengal Özerk Meclisi’ne bilgi vermelidir’’ dedi.
Efrîn işgalinin 3. yılına girdik. Demokratik
bir sistem kurarak huzur içinde yaşayan Efrînliler faşist Türk
devletinin işgali ardından katliam, göçertme, kaçırılma ve tecavüzlerle
karşı karşıya kaldı. Bütün bunlar karşı devam eden direniş yeterli mi?
Türk devletinin 20 Ocak 2018’de Efrîn’e işgal saldırısı
başlatması, devletlerarası bir plandı. 9 Ekim, 15 Şubat devletlerarası
komplosunun güncellenen bir boyutu ve devamıydı. Rusya ile Türkiye
arasında yapılan bir anlaşma sonucu işgal başlatıldı. ABD ve Avrupa da
buna onay verdi. Bu işgal saldırısının amacı Rojava Devrimi’ni
zayıflatarak yönetimini teslim almaktı. Devrimin tasfiyesini, Kuzey-Doğu
Suriye Özerk sistemini parçalamayı ve dağıtmayı öngörüyordu. Rusya’nın
tam desteğiyle de işgal edildi.
İşgal edildiğinden bu yana Türk devleti tarafından
yönetilen El Nusra ve DAİŞ artığı çeteler, Efrîn’de korkunç katliam,
işkence ve talana imza attı. Efrîn’in tarihi, coğrafyası, kültürel
mirası bu çeteler eliyle yok ediliyor. Doğası, bağları, bahçeleri
yakılıyor. Nehirleri kurutuluyor. Demografisi değiştiriliyor. Bütün
bunlar dünyanın gözü önünde Rusya, ABD ve Avrupa devletlerinin onayıyla
oluyor. Bu güçlerin desteğiyle Efrîn’de demokratik sistem dağıtılarak
bir çete sistemi kuruldu. Buna karşı tutum alan tek bir devlet dahi
yoktur.
Halkımız ve öncü güçleri, mücadelesiyle dünya halklarını,
devletlerin bu kirli politikalarına karşı tutum almaya sevk etmeli.
Efrîn’i özgürleştirme mücadelesi büyüyerek sürmelidir. İşgale karşı
Çağın Direnişi adıyla büyük bir direniş geliştirildi. Bu direniş halen
de devam ediyor. Bu direniş büyüyerek gelişecek. Efrîn, bir gün mutlaka
özgürleşecek. Halkımız demokratik, özgür Efrîn’de yaşamını yeniden
kuracak.
Türk devleti, Efrîn işgaliyle yetinmedi.
Kuzey-Doğu Suriye’ye de saldırarak Serêkaniyê ve Girê Spî’yi de işgal
etti. Kuzey-Doğu Suriye’de neler oluyor ve durum nereye evrilir?
Serêkaniyê ve Girê Spî işgali, 9 Ekim’de başlatıldı. 9
Ekim’in sembolik anlamı bellidir; Önder Apo’ya devletlerarası komplonun
geliştirildiği tarihtir. Önder Apo şahsında Kürt halkının varlığına ve
özgürlüğüne karşı bir imha saldırısıydı. 9 Ekim 2019 günü Rojava’ya
başlatılan işgal saldırısı da aynı amacı taşıyor. Bu saldırı da Türk
devleti ile ABD arasında yapılan anlaşma sonucunda gelişti. Rusya da
onayladı. Avrupa devletlerinin bir kısmı da sesiz kalarak saldırıya
gizli destek verdi.
Rojava işgali, Kuzey-Doğu Suriye Özerk sisteminin tamamen
tasfiyesini hedefleyen bir saldırıdır. Saldırıyla halkların kardeşliği
ve demokratik birliği parçalanmak istenmiştir. İşgale karşı gelişen
büyük direnişle bazı kirli planlar boşa çıkarılmış olsa da işgalin
sürdürülerek bu tasfiye planlarının sonuca götürülmek istendiği
görülüyor. İşgal saldırıları, 9 Ekim’den bu yana aralıksız devam ediyor.
ABD ve Rusya Türk devletine desteğini sürdürecektir. Ocak’ta yapılan
Türkiye-Rusya, Türkiye-ABD görüşmelerinde yeni planlar üzerinde
çalıştıkları açıktır. Bu güçler ısrarlı bir biçimde Arap-Kürt savaşı
çıkarmaya çalışıyor. Kürt-Arap ittifakı, bu kirli hesapları şimdiye
kadar boşa çıkardı.
ABD, NATO’nun üyesi Türkiye üzerinden Suriye’yi
şekillendirmeye çalışıyor. Türkiye’ye dayanarak Suriye’de kalmak,
geleceğinin şekillenmesinde etkili olmak istiyor. Bu konuda ABD ile
Türkiye anlaşmış. ABD ve Avrupa devletlerinin Türkiye’nin İdlib planına
bu kadar aktif destek vermesi de bununla ilgilidir. İdlib’de Türkiye,
ABD planını uygulamaya çalışıyor. İdlib’de Türkiye üzerinden işleyen ABD
planıdır. ABD ve Türkiye, İdlip’den başlayarak Kuzey Suriye hattı
boyunca bir çete sistemi kurmaya çalışıyorlar. Bu planla Suriye’de
siyasi etkide bulunmak istiyorlar. Rusya ise Rojava yönetimini zayıf
düşürüp Suriye rejimine teslim etmek, Türkiye ile yaptıkları enerji ve
askeri silah anlaşmalarını hayata geçirmek, Türkiye ile ABD arasında
çelişki-çatışmayı derinleştirmek amaçlı Türkiye’nin saldırılarına onay
veriyor. Kendi hesabınca bu biçimde Türkiye’yi kendi çıkarları temelinde
kullanmış oluyor.
Bu güçler, hesabını kitabını böyle yaptığından dolayı
baştan itibaren Kuzey-Doğu Suriye Özerk yönetimini ne Cenevre ve ne de
Astana görüşmelerine katmadı. Türkiye’nin denetimindeki çeteleri
kattılar ama DAİŞ gibi insanlık düşmanı bir gücü yenen, Suriye’nin
birliğini savunan, Suriye’nin demokratikleşmesi için mücadele eden ve
Ortadoğu cehenneminde örnek model demokratik sistem kuran bir gücün
temsilcilerini görüşmelerin dışında tuttular. Talancı ve tecavüzcü
çetelere ise muhalefet sıfatı takarak utanmadan sıkılmadan onları
Cenevre’den Astana’ya taşıyıp durdular. İşte bu örnek bile ABD, Rusya ve
Avrupa devletlerinin Suriye ve bölge politikalarını çok açık şekilde
ortaya koyuyor. Nasıl bir Ortadoğu istediklerinin çok çarpıcı cevabı
oluyor.
Suriye’de Kürtleri, Kuzey-Doğu Suriye halklarının
demokratik taleplerini yok sayarak çözüm geliştirilemez. Şimdiye kadar
gelişen Cenevre ve Astana anlayışı, Kürtlerin ve Kuzey-Doğu Suriye
halklarının yokluğu üzerinden çözüm geliştirme anlayışıdır. Bu
anlayışın, bırakalım çözüm geliştirmesini gelinen aşamada kendi
kendisini tasfiye ettiği açıktır. Kürtlerin içinde olmadığı hiçbir
anayasanın meşruiyeti yoktur. Bu anlayışla hiç kimse Kürtlerin ve
halkların demokratik taleplerini yok sayarak çözüm geliştiremez.
Türkiye, ABD ve Rusya’nın elinde bir piyona dönüşmüş.
AKP-MHP faşist iktidarı, bu iki hegemonik güçten yararlandığını,
kazançlı çıktığını düşünüyor olsa da bu işgalci-saldırgan politikanın
Türkiye’ye kaybettirdiği açıktır. Kürtlere karşı içte ve dışta yürüttüğü
soykırım politikası, Türkiye’yi hegemonik güçlere daha fazla bağımlı
hale getirmiş ve zayıflatmıştır. Hitler de Avrupa’yı işgal ederek gidip
Moskova’ya dayandı. Peki sonuç? Erdoğan’ın sonu Hitler’den daha beter
olacağa benziyor.
Türk devleti son dönemlerde Şengal’e dönük
saldırılarını arttırmış durumda. Son olarak YBŞ komutanlarından Zerdeşt
Şengalî ve üç arkadaşı şehit düştü. Türk devletinin sadece teknik
imkanlarına dayanarak bu saldırıları yapması ve sonuç alması ne kadar
mümkün, bu saldırılarda yerel işbirlikçiliğin düzeyi nedir?
AKP-MHP faşist soykırımcı iktidarı, Osmanlı devletinin
Êzîdî politikasını miras aldı, sürdürüyor. Osmanlı tarihi, Êzîdî
katliamlarıyla doludur. Êzîdî halkımız, Osmanlı’nın onlarca fermanını
yaşamış, katliamlara uğramış ve direnerek varlığını bugünlere taşımayı
başarmış onurlu, mazlum bir halktır. Unutmayalım; DAİŞ’in 2014’te
Şengal’e saldırısı, Türk devletinin desteğiyle yapılan planlı bir
saldırıydı. Êzîdîler soykırıma uğratılarak bitirilmek istendi. HPG-YJA
Star ve YPG’nin müdahalesi ve ardından YBŞ’nin kuruluşu ve direnişi
olmasaydı Êzîdîler büyük bir soykırımdan geçecekti. Yok olup
gideceklerdi. Türk devleti, Êzîdîlerin düşmanı bir devlettir. DAİŞ
eliyle yapamadığını şimdi doğrudan kendisi yapmak istiyor. Savaş
uçaklarıyla Şengal’e saldırıyor. Şengal halkının yiğit evlatlarını
katlediyor. YBŞ’nin değerli komutanı Zerdeşt Şengalî ve üç arkadaşının
şahsında tüm Şengal şehitlerini saygı ve minnetle anıyorum. İnanıyorum
ki; Şengal’in yiğit gençleri bu değerli şehitlerine sahip çıkarak YBŞ’yi
daha fazla büyütüp güçlendirecektir.
Türk devleti, bu saldırılarını ajanların desteğiyle
yapıyor. Yerden bilgi almasa bu tür havadan saldırıları yapması çok
zordur. Bu açıdan Türk devleti saldırıların haberini yaparken ‘MİT
destekli TSK operasyonu’ diyor. MİT dediği, MİT ile çalışan yerel
ajanlardır. Zeki Şengalî ve yanındaki arkadaşların şehadeti de yerelden
giden bilgilerle oldu. Şimdiye kadar havadan yapılan bütün saldırılar,
ajanların verdiği bilgilerle olmuştur. Şengal’de MİT ile çalışanlar var.
Beş kuruş para için kendisini Türk devletine satan ve halkının kanına
giren düşkün, alçak tiplerdir bunlar. Benzer tipler, Medya Savunma
Alanları’na dönük de çalışıyor.
Başûr’daki istihbarat örgütlerinin bazı bireyleri MİT ile
çalışıyor. Gerillaları şehit düşürüyor, karşılığında para alıp
zıkkımlanıyorlar. Yani bu düşkün tipler, Kürt halkının, Êzîdîlerin en
yiğit evlatlarının kanını su niyetine içiyor, canını ekmek niyetine
yiyor. Şengal ve Başûr’daki halkımız bu düşkün, alçak ve ahlaksız
tipleri kendi içinde açığa çıkarmalı ve cezalandırmalıdır.
Cezalandırmaya gücü yetmiyorsa YBŞ’ye, Şengal Özerk Meclisi’ne bilgi
vermelidir. Başûr’daki halkımız da aynı duruşu geliştirmeli, gerilla
birimlerine bilgi vermelidir. Mideleri için halkın değerlerini
pazarlayan bu alçak, düşkün tipler toplumu çürütüyor, kirletiyor,
düşmanı içerde yaşatarak halkın değerlerine zarar veriyor.
Êzîdî katliamı gerçekleştirmek isteyen faşist
Türk devletine, başta Federe Kürdistan Hükümeti olmak üzere uluslararası
kamuoyunda ciddi bir tepki gösterilmiyor, neden?
Federe Kürdistan Hükümeti’nin tepkisizliği hiç şaşırtıcı
değil. Aslında 2014’ten beri geliştirdiği tutumu sürdürüyor. Şengal’in
Irak ve Kürdistan toprakları içerisinde Demokratik Özerk bir sistem
olarak kalmasını istemiyor. Başûr yönetimi, Şengal’in özerkliğine
karşıdır. Bu yaklaşım ve politika, doğru değildir. Êzîdîler, Kürt halk
kültürünün kök hücresidir. Gözümüz gibi korumamız, sahip çıkmamız
gereken çok değerli ve kıymetli, kültürel özümüzü taşıyan özgün bir
topluluktur. Kendi kendilerini yönetmeleri ve savunmaları en doğal ve
meşru haklarıdır. Kaldı ki 2014’te çok açık ortaya çıktı ki; öz savunma
ve öz yönetim olmadan Êzîdîleri hiçbir güç savunamaz ve koruyamaz. Bir
halk ve kültürel topluluk var olmak ve özgürce yaşamak istiyorsa mutlaka
kendi öz savunmasını ve öz yönetimini kurmak zorundadır. Yoksa kirli
çıkarların kol gezdiği bu korkunç çıkar dünyasında özgürce ve onurluca
yaşayamaz, biyolojik varlığını bile koruyamaz.
Irak’ta son aylarda yaşanan ciddi bir karmaşa
var. Birçok bölgesel ve uluslararası güç Irak’ta bir çatışma içinde.
Buna tepki olarak doğan halk hareketlilikleri de bu güçler tarafından
yönlendirilmek isteniyor. Irak’ta gerçek çözümü getirecek doğru politika
ve yaklaşım nedir?
Irak, 1990’lı yıllardan bu yana NATO’nun bölgeye
müdahalesinin merkezi konumundadır. Onlarca yıldır kanlı bir iç savaş
yaşanıyor. Milliyetçi ve mezhepçi ideolojilerden beslenen küresel
hegemonik ve statükocu güçler, uygarlığın en kadim merkezini halklara
mezar etmiş durumdalar.
Irak’ta milliyetçi ve mezhepçi politikalarla bu
savaş ve kaos durumu aşılamaz. Irak’ta ancak demokratik ulus sistemi ve
demokratik yönetim anlayışıyla sorunlar çözülür, kaostan çıkılır.
Yaşanan yoksulluğun ve yolsuzluğun temel nedeni de demokratik bir
anlayışın olmamasıdır. Irak’ta gerçek çözüm, demokratik ulus anlayışına
dayalı demokratik federal veya konfederal bir Irak’tır. Kürtler de Şii
ve Sünni Araplar da Türkmenler de Asuri Süryaniler de Êzîdîler de
Irak’ta, demokratik özerk sistemlerini kurarak ortak bir federal veya
konfederal çatı altında özgür ve demokratik bir şekilde yaşayabilirler.
Irak açısından en doğru ve gerçekçi çözüm budur.
Biz ulus devletçi politikaları yanlış buluyoruz. Ulus
devlet sistemini Kürtlerin, halkların, kadınların, ezilen tüm sınıfların
çıkarına uygun bulmuyoruz.
Irak’taki karmaşanın derinleşmesi ardından
İran-ABD gerilimi de had safhaya yükseldi. Yaşanan, tam olarak nedir ve
nasıl tutum alınmalı?
ABD ile İran arasında, Irak topraklarında büyük bir güç
savaşı yaşanıyor. Her iki güç de Irak’ta etkisini arttırmaya çalışıyor.
ABD’nin Kasım Süleymani’yi Bağdat’ta vurması hem İran’ın Irak’taki ve
genel olarak bölgedeki etkisini kırma amaçlıdır ve hem de ABD’nin genel
Ortadoğu’ya müdahale politikalarıyla bağlantılıdır. ABD, bölgeyi kendi
çıkarları temelinde yeniden dizayn etmek isterken İran’ı da zayıflatarak
hedeflediği noktaya getirmeye çalışıyor.
Bölge halkının alacağı en doğru pozisyon, öz gücüne
dayanarak kendisini örgütlemesi ve savunmasıdır. Halklar hegemonik
güçlere veya statükocu bölge devletlerine payanda olmak, taraf tutmak
zorunda değildir. Her iki tarafta halkların iradesini ve özgürlüğünü
tanımıyor. Doğru olan tutum kendi öz gücünü örgütleyerek, halklar arası
ittifakı kurarak bağımsız bir mücadele hattı geliştirebilmektir. Öz
yönetimini, öz savunmasını kurarak kendi demokratik siyaset anlayışını
örgütleyebilmektir. Bölgede demokratik halklar ittifakı, halkların
ittifakına dayalı devrimci demokratik mücadele, halkların tercihi olmak
zorundadır. Milliyetçi, mezhepçi ve cinsiyetçi ideolojiden uzak;
halkların demokratik birliğine, demokratik özerk bölgelere dayalı
demokratik konfederal sistem, halkların temel öz savunma sistemidir. Bu
anlayış esas alınarak mücadele edilirse ancak o zaman halklar kurban
olmaktan kurtulabilir.
Bu açıdan halklar arası demokratik ittifak, özellikle
Kürt-Arap ittifakı çok önemlidir. Bu ittifakın bölge geneline hakim
olması, halklar lehine çok tarihi sonuçlara yol açacaktır. Yine
Kürt-Fars ittifakı da benzer olumlu bir etkiye yol açacaktır. Devrimci
demokratik öncü güçlerin, halkların ittifakını geliştirmesi gibi tarihi
görevleri vardır. Ortadoğu halkları üzerinde yürütülen komployu, ancak
halkların demokratik birlik ittifakı boşa çıkarabilir.
Irak ve İran’da yaşananlarda, buna Suriye’yi
de katarsak faşist Türk devletinin payı nedir, Türk devleti bu
karışıklardan ne ummaktadır?
Suriye ve Irak’ın bu hale gelmesinde Türk devletinin rolü
belirleyicidir. Türk devleti, Irak ve Suriye’de iç savaşı geliştiren ve
güçlendiren güçlerin başında geliyor. İlk günden itibaren DAİŞ ile AKP
işbirliği ve ittifakı vardır. DAİŞ’in, Irak ve Suriye saldırılarında
Türk devleti her türlü maddi, manevi, askeri desteği sundu. Bu
gerçekler, resmi belgelerde kayıtlıdır. Türk devleti yıllardır komşu
bölge ülkelerini iç savaşla zayıflatarak bölgede hegemonyasını
geliştirmenin koşullarını yaratmak istiyor. Eskiden Osmanlı toprağı olan
ve Osmanlı’nın hükmettiği coğrafyaları etki alanına almaya çalışıyor.
Türk devletinin, Başûrê Kurdistan’da ve Başika’da askeri üs kurması, bu
yayılmacı ve işgalci amaçlarıyla bağlantılıdır. Bu üsleri bulunduğu
alanda siyasi, askeri, istihbari vb. örgütlemeler geliştirmede merkez
karargah olarak kullanıyor. Suriye’de de işgal ettiği alanlarda aynı
şeyi yapıyor.
İran’a dönük de benzer bir planının olduğu açıktır. Türk
devleti bölgeye dönük hegemonik politikaları karşısında İran’ı güçlü bir
rakip ve engel olarak görüyor. İran’ın iç karışıklık yaşamasını ve
zayıflamasını kendi yararına değerlendiriyor. Türkiye, esas aldığı
mezhepçi ve ırkçı politikayla zaten ne olduğunu ve nerede durduğunu açık
bir şekilde ortaya koyuyor.
Türk devleti, son olarak Libya’ya
müdahalesiyle çetelerin hamisi olduğunu resmileştirdi. Erdoğan’ın
çetelerle ilgili politikasını ve dünyanın bu duruma sessizliğini nasıl
yorumlamak gerekir?
ABD, AKP’yi ılımlı İslam projesi olarak kurguladı; Gülen
Cemaati’ni de bu projenin başarısı için görevlendirdi. 2002’den 2013’e
kadar süren AKP-Gülen ittifakı, ABD’nin planının bir parçasıydı. ABD
ılımlı İslam projesiyle Türkiye’yi İslam dünyasında bir model ülke
durumuna getirecek, İslam alemini Türkiye üzerinden kontrolüne alacaktı.
Bu açıdan AKP’nin bölge politikasına aktif destek sunuldu. AKP, bu dış
destekten yararlanarak çeşitli yerlerde nüfuz alanları, kendisine bağlı
gruplar örgütledi. AKP, devlet kontrolünü eline alıncaya kadar ABD’nin
bu politikasına uyum sağladı. Cemaat, AKP ile devleti paylaşma ve
iktidar olma arayışına girince büyük çatışmalar yaşanmaya başladı ve AKP
giderek Amerika’nın çıkarlarıyla çelişen bir kulvara kaydı.
Amerika’yla ikinci büyük sorunu da DAİŞ konusunda yaşadı.
DAİŞ ile ilişkilerde NATO içinde en aktif rol üstlenen güç oldu. NATO,
DAİŞ’i zayıflatmak için politika değişikliğine gitti, ancak AKP
politikasını değiştirmedi, DAİŞ ile ilişkilerini derinleştirerek,
güçlendirerek sürdürdü. Bu konuda ABD ile sorunlar yaşamaya başladı ve
çelişkiye girdi. AKP ideolojik yakınlıktan dolayı DAİŞ’i bırakmadı.
Irak’ta ve Suriye’de kendi mezhepçi ideolojik eğilimine yakın bir
yönetimi iktidara getirmede ısrarcı davrandı. Bu yüzden Irak ve
Suriye’de iç savaşı derinleştirdi. Öte yandan DAİŞ’i destekleyerek
DAİŞ’in eliyle Kürtleri de bu coğrafyada soykırıma uğratmak ‘Misak-ı
Milli’ planını gerçekleştirme hevesine girdi. Bir taşla birkaç kuş
vurmak istedi.
AKP, DAİŞ yenildikten sonra dağılan DAİŞ üyelerini farklı
örgütler adıyla bir araya getirdi onlara kol kanat gerdi. Aynı ideolojik
kaynaktan beslenen El Nusra ve çeşitli El Kaide gruplarını da farklı
isimlerle örgütledi. Zaten iktidara geldikten itibaren bu yönlü bir
zemin hazırlığı vardı. Zaman içinde büyük bir çete ordusu kurdu. Bu çete
ordusunu Bakurû Kurdistan’da öz yönetim direnişinde Kürtlere karşı
kullandı. Kuzey Suriye’nin bir bölümünü bu çetelerle işgal etti. Şimdi
de bu çetelerin bir kısmını Libya’ya gönderiyor. Amerika, Avrupa ve
Rusya neyin ne olduğunu çok iyi bilmelerine rağmen Türk devletinin çete
politikasını desteklemeye devam ediyor. Hatta Türkiye, ağırlıkta ABD ve
bazı Avrupa devletlerinin desteğiyle Kuzey-Doğu Suriye’nin genelinde bir
çete sistemi kuruyor.
Küresel güçlerin Kürt halkına ve bölge halklarına karşı
politikasını derinliğine anlamak ve kavramak durumundayız. Kuzey
Suriye’de çete devleti Kürtlerin, Kuzey Suriye halklarının demokratik
özerk sistemine tercih ediliyor. Bu gerçek küresel hegemonik güçlerin
bölge politikasını çok açık bir biçimde ortaya koyuyor. Küresel
hegemonik güçler bölgede demokratik bir sistem istemiyorlar. Bölgenin
demokratikleşmesine karşılar. Bölgede sürekli olarak bir savaş ve
çatışmayı, kendi kirli çıkarlarına daha uygun buluyorlar. Çatışmadan ve
kaostan beslenen bir sistem söz konusudur. AKP-MHP iktidarı, hegemonik
güçlerin bu kirli çıkarlarına hizmet ettiği için AKP-MHP faşist
iktidarını destekliyorlar. AKP-MHP faşist iktidarının bölgedeki kaosu
derinleştiren, çatışmaları arttıran politikası, hegemonik güçlerin
mevcut politikalarına hizmet ediyor.
AKP-MHP faşist iktidarının Libya’ya çete göndermesi de bu
güçlerin onayıyla olmuştur. Bu güçlerin bilgisi ve onayı yokmuş gibi ele
almak doğru değildir. Suriye’de zapt edemedikleri çeteleri Libya’ya
gönderdiler.
AKP-MHP iktidarının, Libya politikası Enverci arzuların
bir sonucu, mezhepçi ideolojik eğilimini yaymanın bir nedeni ve bir de
içte ve dışta yaşadığı sıkışmanın ve zayıflamanın soytarıca güç
gösterisi, tükenmişliğini gizleme çabasıdır. Ancak bu politika ölü
doğmaya mahkumdur.
Türk devletinin Ortadoğu politikalarına karşı
Arap dünyasının tutumunu nasıl görüyorsunuz, Kuzey-Doğu Suriye’de
gelişecek Kürt-Arap ittifakının Arap dünyası açısından önemi nedir?
Arap Birliği ülkelerinin, Türk devletinin Kuzey-Doğu
Suriye’yi işgal saldırısını kınaması ve işgale tutum alması önemlidir.
Bu, kuşkusuz Türk devletinin yayılmacı-işgalci politikalarına karşı bir
duyarlılığı ifade ediyor. Ancak yetersizdir, tüm Arap ülkelerinin Türk
devletinin işgal saldırılarına karşı daha aktif bir mücadele içerisinde
olması gerekiyor. Türk devleti kendi sınırlarının dışında yayılmacı,
işgalci bir siyaset yürütüyor. Askeri işgal yapıyor. İşgal ettiği
yerleri ilhak ediyor, yerleşik halkların soykırımı üzerinden sınırlarını
genişletiyor. Türk devletinin yaptıkları insanlık suçudur. Buna karşı
her türlü mücadele meşrudur.
Kürt-Arap ittifakı bölgenin demokratikleşmesinde kilit bir
öneme sahiptir. Kuzey-Doğu Suriye’de kurulan Kürt-Arap ittifakı muazzam
gelişmeler ortaya çıkardı. Suriye’nin dağılmasını önledi, birliğini
sağladı. DAİŞ ve Türk işgaline karşı Kürt ve Arap gençleri birlikte
büyük bir mücadele yürüttü ve önemli sonuçlar aldılar. Bu ittifakı bölge
genelinde uygulamak Ortadoğu’nun demokratikleşmesi, özgürleşmesi ve
barışı açısından çok önemlidir. Ortadoğu’nun demokratikleşmesi Kürt-Arap
ittifakının güçlenmesine ve kalıcılaşmasına bağlıdır. Bu amaç için
çalışmak çok değerli ve kutsal bir görevdir. ANF/BEHDİNAN
Yorumlar
Yorum Gönder