Hitler, Almanya’nın 1. Dünya savaşını kaybetmesiyle
yaşadığı siyasal kuşatılmışlığı ve ekonomik darboğazı aşmak için
anti-komünizm ideolojik gerekçesiyle Polonya’yı işgale kalkışmış,
biyolojik ırkçılık propagandası ile toplumsal taban oluşturarak iktidar
olmuştu. İktidarıyla tiranlaşan Hitler, on yıl içinde bütün Avrupa’yı
kasıp kavurarak, halklar soykırımına neden olmuştu.
Bugün Türkiye’de benzer bir durumu yaşamaktadır. Türk ulus
devleti toplumun çoklu kimliğine ve çoklu kültürüne dayattığı inkar ve
imha politikaları nedeni ile derin bir siyasal kriz halini yaşamaktadır.
Soruna askeri ve güvenlikçi politikalar eksenli yaklaştığından içine
düştüğü darboğazı aşmak için Kürdistan’ı işgal etmektedir. Kemalist-
militarist devletin yüzyıllık jeo-stratejisi ile hareket eden AKP-MHP
faşist bloğu ‘ikinci kurtuluş savaşı’ söylemi ile bu stratejiyi bir kez
daha uygulamaya almış, siyasal ve sosyal politikalarını ‘Yeni Türkiye’
söylemi ile süsleyerek topluma razı olmayı dayatmaktadır. Türk devleti,
Kürt statüsü ihtimali iyice açığa çıkınca, uluslararası meşruiyeti hiçe
sayarak neo- Osmanlıcı yayılmacı politikası ile çevresini ve çeperini
işgal ve ilhaka kalkıştı. Ortadoğu ve Suriye’deki gelişmeler, özellikle
de Kobanê ve Rakka’nın özgürleştirilmesi sonrasında Rojava’da demokratik
ulus perspektifi gereğince yaşanan halklar ve inançlar buluşması ve
bayramını içine sindirmeyerek Kürdistan karşıtlığı stratejisini
güncellemiş, Bakur işgaline, Başûr ve Rojava’yı da işgal ederek bir
bütün Kürdistan statüsü önüne geçmeye kalkışmıştır.
Yirminci yüzyılın son çeyreğinde Kürt Siyasal Hareketi
ikili iktidarın de-fackto koşullarında Bakur Kürdistan’ında demokratik
konfederalizmi inşaya, demokratik özerkliği ete kemiğe büründürmeye
çalışıyordu. Buna paralel düzeyde Rojava’nın kantonlar sistemi ile
demokratik konfederalizmi demokratik ulus perspektifi ile inşa etmesi,
Türk devletini 30 Kasım 2014’te yeni kararlaşmalar içinde olmak zorunda
bırakır. Bin yıllık Türk-Kürt ilişkisini hiçe sayarak Kürt ve Kürdistan
karşıtlığında devletin yeniden inşası kararına varır. Devletin yeniden
tahkimini Erdoğan etrafında “yerli ve milli” olan tüm güçleri
konumlandırarak, Kürt ve Kürdistan Statüsünü engellemenin siyasal,
sosyal, askeri, diplomatik ve kültürel çalışmaları eşliğinde topyekûn
saldırı konseptini devreye koyar. Birbiri ile tarihsel ve siyasal
amaçları çelişen ve çatışan güçlerin uzlaşması Kürt Statüsü nedeni ile
kutsal devlet etrafında “yerli ve milli” olanların ittifakına neden
olmuş, tüm ulusalcı ve şoven milliyetçi kesimlerin, yüz yıllık
jeo-strateji gereğince ‘Milli Şef’in otoritesi etrafında kenetlenmesine
yol açmıştı. Selefi militanlarla Efrîn ve Rojava’yı işgal etmeye
kalkışmaları, devletin “milli şef” merkezli yeniden örgütlenmesini savaş
yoluyla gerçekleştirmeyi istemektedirler.
Musul, Kerkük ve Rojava, Türk Devlet’inin yayılmacı
alanlarına dönüşmeyince, Kürdistan’ın yeniden işgali gerçekleşmeyince,
küresel emperyalist güçlerin jeo-stratejik çıkarlarıyla işgalci bu
politik strateji çelişince, açığa çıkan yeni dengeler arayışında
Kürdistan Statüsü ihtimaline karşı, iktidar bloğu savaş ve işgal dışında
başka bir ihtimali düşünmemekte derin bir siyasal kriz ve kaosu
yaşamaktadır. İçerde ve dışarıda düşmanlar yaratarak, düşman
karşıtlığında toplumu iktidarlarına razı olmayı dayatmış olsalar da,
toplum son iki yıldır bu rızayı vermemekte, her tür faşizan uygulamaya
karşı meşru zeminlerin kendisine tanıdığı olanaklar çerçevesinde
itirazını yükseltmekte, yeni mücadele araçlarının arayışı içindedir. Bu
arayışın yanı sıra hem Ortadoğu genelinde, hem Suriye ve Rojava’daki
gelişmeler, ittifak bloğu bileşenlerinde beklenmedik tepkilere neden
olacağı da açığa çıkmaya başlamıştır. Kürt Statüsü ihtimali, devlet
iktidar bloğunda ciddi pozisyon değişimlerine, ittifak güçleri arasında
önemli çelişki ve kırılmalara neden olmaktadır.
Rusya ve Amerika’nın Suriye’nin geleceğinde asgari
müşterekte anlaşmış olmaları, Kürdistan statüsü ihtimali Türkiye’yi
harekete geçirmiş, Türkiye ile AB, gerekse Türkiye-Rusya ve
Türkiye-Amerika arasında çelişkilere neden olmuştur. Üçüncü dünya
savaşının de-facto koşullarında, Kürdistan’ı sınır güvenliği gerekçesi
ile işgal ve ilhak etmek, savaşı fırsata dönüştürerek hem Kürdistan
Statüsünü engellemek, Akdeniz koridorunu denetiminde tutmayı
amaçlamaktadır.
Körfez ülkeleri, İran ve Suriye petrol ve doğal gaz
kaynakları Şengal, Deyre Zor üzerinden El Bab’a oradan da Akdeniz’e,
yanı sıra Doğu Akdeniz’den çıkarılacak fosil yakıtlar Kıbrıs ve
Yunanistan üzerinden Avrupa’ya taşıma projeleri Türk Devletinin
uykularını kaçırmaktadır. Türkiye’nin bölgede etkin olma isteği ile
birlikte Kürdistan karşıtı jeo-stratejisinin farkında olan Rusya sahada
Türkiye’yi kullanarak, bölgede yayılma alanını güvencede tutmak
isterken, Türkiye ise daha çok Rusya’nın, kimi zaman ise ABD ve NATO
desteğini almaya çalışarak Rojava’yı kendi egemenlik alanına dönüştürmek
istiyor. Suriye ve İran yayılmacı olmaması koşuluyla Türkiye’nin bu
işgalini Kürdistan karşıtı stratejileri nedeniyle desteklerlerken,
emperyalist sistem ise Kürdistan’ının uluslararası sömürge kalmasına
onay vermektedir.
Ya savaş Kürdistan’a yol açacak, ya da Kürdistan direnişi savaşı sonlandıracaktır!
Yorumlar
Yorum Gönder