Akhisar ve Elazığ’da meydana gelen, halen artçı
sarsıntılarla devam eden deprem dalgası kırktan fazla yurttaşın ölümüne
neden oldu. Ölenlerin ailelerine ve halkımıza başsağlığı diliyor, geçmiş
olsun diyorum.
Bu vesileyle deprem gerçeğini ve yapılması gerekenleri bir daha konuşmak gerekiyor.
En uzun metrajlı filmleri bile bazı kareler çarpıcı
biçimde özetler. Bu deprem sürecinde yaşananlar da öyle oldu.
Türkiye’deki egemen sistemin ve onu temsil eden AKP-MHP diktasının
hırsızlıkları, ahlaksızlıkları, çürümüşlüğü gözler önüne serildi. Böyle
bir diktanın elinde “Kanal İstanbul” gibi bir projenin ne büyük bir
felaket olabileceği görüldü.
Doğal afetler insanları ve toplumları birleştirir ve
yardımlaşmaya, dayanışmaya sevk eder. Çünkü böyle büyük felaketler
insanlar arasındaki ayrımları en aza indirir. Zengin de, fakir de,
AKP’li de, CHP’li de, HDP’li de aynı tehdit altındadır. Bütün insanlar
çaresizlik içinde toplumsal dayanışmayı, yardımlaşmayı öğrenir. Ne yazık
ki Türkiye’de tam tersi oluyor. Çünkü bu deprem AKP şeflerini de
suçüstü yakaladı. AKP 17 yıldır tek parti diktası olarak iktidarda
bulunuyor. Akşam sabah çılgın projelerle halkı avutmaya çalışan AKP
şeflerinin depreme karşı hiçbir tedbir almadıkları ortaya çıktı. Tam
tersine deprem fonlarının amacı dışında çarçur edildiği, fırsattan
istifade halkı bağış kampanyasına çağıran Kızılay’ın yapılan bağışları
sabıkalı Ensar Vakfı vb. yerlere aktardığı ortaya çıktı. Bunlar
yetmiyormuş gibi AKP şefleri HDP’li belediyelerin ve beğenmedikleri
kurumların yardımlarını engelliyor. Bir yandan klasik “Devlet güçlüdür,
gerekeni yapıyoruz” derken bir yandan da “Bu kaderdir” denilerek halkla
dalga geçiliyor.
Türkiye’nin deprem kuşağında olduğu ve belli başlı fay
hatları yüz yıllardır biliniyor. Buna karşı yapılması gerekenler de çok
iyi biliniyor. Ama yapılmıyor hatta tam tersi yapılıyor.
1999’daki büyük depremin acıları içinde birçok konu
ayrıntılarıyla tartışıldı ve depreme karşı birçok tedbir
kararlaştırıldı. İyi de bunların hangisi gerçekten yapıldı? Niye
yapılmadı?
Hani deprem anındaki toplanma-sığınma merkezleri nerede?
Bu alanlara AVM’ler ve gökdelenler doldurulmadı mı? Bunun sorumlusu kim?
Binaların depreme dayanaklı hale getirilmesi, bu mümkün
değilse yıkılması gerekiyordu. Bu yapıldı mı? Daha deprem olmadan
yıkılan binalar depreme ne kadar dayanabilir?
Ranttan başka bir şey düşünmeyen AKP şefleri ve suç
ortakları artık bunu açıkça ilan etmekten bile çekinmiyorlar. Demirel
“Verdimse ben verdim” diyerek kabadayılık taşlıyordu. Erdoğan ise hesap
vermesi gerekirken “Gereken yere harcandı” diyerek vurgunun üstünü
örtüyor. Kızılay başkanı ise büyük bir pervasızlıkla “Vergi kaçırmakla
vergiden kaçınmak arasındaki fark”a vurgu yaparak yolsuzlukları
meşrulaştırıyor. Depremden, insanların gözyaşı ve kanından bile rant
devşirmeye kalkışan utanmaz bir çete var.
Geçmişi bırakalım. Uzmanlar büyük bir İstanbul depreminin
kaçınılmaz olduğunu söylüyor. Bu konuda yapılan bir hazırlık var mı?
Diyelim ki üç ay ya da üç yıl sonra deprem olacak. Ne hazırlığımız var
ve ne gibi tedbirler alınabilir? Hal böyle iken Erdoğan’ın kader deyip
geçmesi bir sorumsuzluk ve gerçekten inançlı insanlarla alay etmek değil
midir?
Depreme, sağlık ve eğitime, üretime kaynak aktarmak yerine
“Beka sorunu var” diyerek bütün kaynakları silahlanmaya ve savaşa
aktaran AKP-MHP çetesi rant peşinde koşarken gerçekten bir beka sorunu
yaratmaktadır.
Erdoğan ve suç ortakları iyi bilmeli ki AKP kader değil
kederdir. Halkların direnişi bu kedere son verip onları tarihin
çöplüğüne atacaktır.
Yorumlar
Yorum Gönder