Fışkıran insan kanının foşurtusu, kokusunu mu seviyor,
Recep Tayyip bilemiyorum. Ama, nerede bir insan kanıyorsa, orada
buluntudur. Akan kanı görüp koklamak için, dahil olma çabasındadır.
Mesela, Hint yarım adasında Keşmir, Hindistan ile Pakistan
arasında paylaşılamayan topraklardır. Bir bakıyorsunuz, Recep efendi
“Müslüman kardeşlerim“ diyerek orada kışkırtıcıdır. Bakıyorsunuz eski
Burma’da taraftardır.
Ermenilere karşı, “arkanızdayız“ diyerek Azerileri
kışkırtmıştı. Filistinileri kışkırtma adına, Davos’a gidip İsrail
Cumhurbaşkanına parmak sallamıştı. “Arkanızdayız“ sözüne kanıp İsraille
köprüleri atan Hamas, yalnızlığıyla kalmıştı.
Kudüs, İsrail’in başkenti olduğu zaman “biz buna izin
vermeyiz“ diyerek, Hamas’ı dolduruşa getirmiş, sonra kayıplara
karışmıştı. Şimdi de, “dostum“ dediği koruyucu ve kollayıcısı Trump’ın
“barış planına” izin vermeyiz diyordu.
Allah’tan bu kez, kimse ona kanıp sokağa çıkmadı ve kan akmadı.
Oysa onun gazına gelip ülkesini bütün veya kısmen kaybedenler de vardı. Ve, sayıları pek çoktu.
Hangi karıştırma, kanatma entrikası veya işgal hesabıyla
bilmiyoruz. Ama Recep bey, yanında yağdanlıkları, yarenleriyle kuzey
Afrika gezisindeydi. İlk durağı da Cezayir’di. Ve Recep bey, iki kolunu
da yana açarak Cumhurbaşkanı Abdülmecid Tebbun’a gidiyor, içten kaynayan
bir hasretle “kardeşim“ diyerek sarılıyor, onu öpüyordu.
Birçok kişiye göre, bu manzara bir “kudumsuzluk fotoğrafı“ydı.
Hatta medyada, “yazık, Cezayirli Tabbun da, ucunda kardeşlik yemi bulunan oltasına yakalandı“ diyenler bile vardı.
Çünkü, “kardeşim“ deyip sarıldığı kimse, bir daha huzur
bulamadı. Hepsi sırayla, şu veya bu şekilde darbesine maruz. Her öptüğü
sanki, birer kanlı entrikanın kapısını araladı. Öpülen kimileri her
şeylerini, ülkelerini bile kaybettiler.
Misal, Cezayir’in hemen bitişiğindeki Libya’nın lideri
Kaddafi’yi “kardeşim“ avazeleriyle öpüp kokladıktan bir kaç ay sonra,
İzmir limanını canını alamaya hazırlanan NATO’nun emrine veriyordu.
NATO, ülkeyi havadan bombalarken, kendisi de karadan saldıran İslami
naralı kiralık katillere, uluslararası hırsızlık şebekesi ve gezgin
tecavüzcülere çantalar dolusu dolar gönderiyordu. Bunlar, halkının
sevdalısı Kaddafi’yi yakalayıp bir zamanlar, Osmanlı Sultan Genç
Osman’nın İstanbul’da katlinin benzeri bir iğrençlikle linç ediyorlardı.
Aynı Recep Bey bugün, iki ordusu (resmi Türk ordusu ve
tecavüzcüler, hırsızlardan oluşan kiralık katiller) ile Kaddafi‘nin
halkının kanına giriyor.
Katil ihracı ve katliamla para kazanıyor, petrole, petrol gazına konmaya hazırlanıyor…
Bu adam, Suriye ve Irak’tan sonra bugün Libya’da, uluslararası cihatçılara liderlik ediyor.
Batı dünyası da, elini sıkıyor, onu saraylarda ağırlıyor veya mekanınında ziyaret ediyor.
Her ne ise Suriyeli Beşar Esad‘la, kardeşten de ileri
“birinci sınıf kardeş“ti. Karşılıklı ev gezmeleri yapıyor, Emine hanımın
Arapçasıyla anlaşıyorlardı. İlişki “bay ayı“ dedikleri cinstendi. Eski
düşman iki ülke arasında, artık sınır da yoktu. Kürtlerin deyimiyle
gidiş gelişler, “çıraz vıraz“dı. Bakanlar ortak toplantı ile “ortak
düşman Kürtler“e karşı, nihai çözüm arıyorlardı. Bu kadar iç içe yani…
Ama günün birinde Esad, Müslüman Biraderleri iktidara
ortak etme önerisini geri çevirince, her şey başa, yani eski düşmanlığa
döndü. Bir gece, İslam sloganlı katilleri, gezgin tecavüzcü ve
hırsızlar, sınırdan içeriye sarkmaya ve öldürmeye başladılar. Suriye,
kısa zamanda 1 milyon kişiye mezar oldu. Ülke bir baştan bir başa
harabeye dönüştü.
Bir başka misal: Güney Kürdistan‘ın liderleri, “can
kardeşim“di. Amed’de, Kuzeyli Kürtlerin sorunlarına çözüm için bir araya
geliyorlardı. Bu buluşmaların birinde, Recep Bey ve eşi “negiri“
(ağlama) ağıdını dinleyip hazik ve nazik gözlerinden birer damla göz
yaşı bile döküyorlardı.
Ama o arada, Güneylilerin ülkesi işgal ediyordu.
Güneyliler bir sabah gördüleri ki, ülkeleri toplar, tanklar, füze ve
uçaklarla takviyeli 23 ayrı askeri üs barındıran, bir işgal toprağıdır.
Irak’ta, iktidara her gelen “kardeşim“di. Ve “kardeşim“
diye diye bir ellerini Kerkük’e, ötekini Musul’a daldırdılar. Şimdi
Irak‘ta İslam naralı katiller at sürüyor. Başika mıntıkası ise işgal
altında.
Rojava Kürtleri de bir zamanlar “kardeş“ti. Yöneticileri
Ankara’ya davet edildiklerinde, ayaklarının altına kırmızı halılar
seriyorlardı. Ama Rojavalılar, bir sabah onu, kapılarında dişleri fırlak
kurt sıfatında gördüler. Temsilcilerini kandırıp dolandırmayınca,
işgale gelmişlerdi.
Rus Putin, Hıristiyandı. Ondan İhvancı (Müslüman Birader)
çıkmadığı için, “kardeşim“ yerine “aziz dostum“du. Onu her gördüğünde
öpüp koklamaya koşuyor, rüşvet niteliğinde alış-verişler yapıyor,
“dostluğa katkı“ tertibinden de İdlib’e işgal kuleleri dikiyordu.
Gelgelelim Putin, başkentinde entrika kazanları kaynayan
bir imparatorluğun oğluydu. Şart kurnazlığına gelmedi. Alacağını alarak,
Suriye’nin topraklarını ona peşkeş çekti, ama gerisi yoktu.
Onlar şimdi, “Jul Vern“in deyimiyle “derinlerde sessizce
dövüşüyor“lar. Libya’da rakip olarak, şark güreşinin yöntemiyle,
biribirine el ense çekiyorlar.
Recep Tayyip’in Cezayir Cumhurbaşkanı Tebbun’u “kardeşim“
hitabıyla öpmesi, böyle bir kanlı entrika hercümercini hatırlatıyordu.
Ancak, öpülen Cezayirli’nin bunları hatırlayıp tedbirli durması bir
yana, sağır olmalıydı. Recep Tayyip, Cezayirli Tebbun’u öptü. Öpen
kurdun, karnında sıktığı dişlerinin gıcırtısı, ta arş u alada duyuluyor,
ama o duymuyordu.
Şimdiden merak ediliyor: Cezayir kandırılıp
dolandırılmanın bedelini neyle ve nasıl ödeyecek. Umarız Suriye‘nin,
Irak Güney Kürdistan’ın akibetine uğramaz…
Yorumlar
Yorum Gönder